Alınmayan Tedbirler, Yeni Bir Felaketin Habercisidir!
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Eskişehir Şubesi Yönetim Kurulu tarafından,17 Ağustos Marmara Depreminin yıl dönümü nedeniyle bir basın açıklaması yapıldı.
Yönetim Kurulu adına açıklama yapan Şube Başkanı Orkun Kılıç şu ifadelere yer verdi;
''Tarihimizin en büyük afetlerinden biri olan Büyük Marmara Depreminin üzerinden çeyrek asır
geçti. Gölcük merkezli 7,4 büyüklüğündeki deprem başta Marmara bölgesi olmak üzere tüm
Türkiye`yi derinden etkilemiştir. Yalnızca can ve mal kayıpları itibariyle değil meydana geldiği
bölgenin, sanayinin ve nüfusun yoğunlaştığı bir coğrafya olması dolayısıyla depremin
ekonomik ve siyasal sonuçları da ağır olmuştur.
Tüm ülkeyi sarsan bu afetin ardından depremlere yönelik konular kamuoyunda yoğun bir
şekilde tartışılmış, depremlere yaklaşımın yalnızca afet sonrası müdahale ve yara sarma
faaliyetleriyle sınırlı tutulamayacağı, depremlere hazırlık çalışmalarının enine boyuna
değerlendirilerek kalıcı çözümler üretilmesi gerektiği konusunda bir konsensus oluşmuştur.
Nitekim devam eden süreçte birçok kamu kurum ve kuruluşu, üniversiteler ve meslek
odalarınca depreme yönelik hazırlık, güvenli ve sağlıklı kentleşme konularında bilimsel-teknik
çalışmalar yapılmış, raporlar hazırlanmış, eylem planları oluşturulmuştur. Gelgelelim afete
hazırlık konusunda yürütülen tartışmalar zamanla gündemden çıkmış, yapılan onca bilimsel-
teknik çalışma ise kurumların tozlu raflarında unutulmaya terk edilmiştir.
Oysa başta Odamız deprem gerçeğinin unutulmaması, gerekli tedbirlerin alınması için bir an
önce harekete geçilmesi gerektiğini ısrarla hatırlatmaya, kamuoyunda farkındalık
oluşturmaya çalışmış, yetkili kurumları ise harekete geçmeye çağırmıştır.
Büyük Marmara Depreminin 25. yılında her yıl olduğu gibi bir kez daha uyarmaya devam
ediyoruz. Peki bizler, 17 Ağustos 1999’dan bu yana yapılması gerekenleri defalarca
seslendirirken, yetkili makamlarda bulunanlar, yerel ve merkezi yöneticiler ne yaptı? Bu
sorunun cevabını görmek için bu 25 yılda yaşanan diğer depremlerin yıkıcı sonuçlarına
bakmak yeterli olacaktır. 1 Mayıs 2003 Bingöl Depremi, 23 Ekim-9 Kasım 2011 Van
Depremleri, 24 Ocak 2020 Elazığ Sivrice Depremi, 30 Ekim 2020 İzmir Depreminde binlerce
kişi hayatını kaybetti, binlerce yapı yerle bir olurken kentlerin altyapıları çöktü, haftalar, hatta
aylarca deprem bölgelerinde yaşam normale dönemedi.
Görüldüğü gibi, bizler her 17 Ağustos’ta ülkemizin yapı stoku, yapı üretim ve denetim süreci
başta olmak üzere depreme hazırlık konusundaki uyarılarımızı ne kadar vurgulasak da
alınmayan tedbirler, görmezden gelinen deprem gerçeği sonucu can ve mal kayıpları
yaşanmaya devam etmiştir. Orta ölçekli sayılabilecek depremlerde bile can kayıplarının ve
bina hasarlarının bu kadar büyük olması adeta 6 Şubat Depremleri öncesi bir uyarı niteliği
taşımıştır. Ancak ne yazık ki bu uyarıların da dikkate alınmaması, afet yönetiminin siyasi
şova dönüştürülmesi, deprem gerçeği bahane edilerek kentsel dönüşüm uygulamalarının
kentlerin değerli arsalarında rantsal dönüşüme alet edilmesinin en acı sonucu 6 Şubat 2023
Depremlerinde görülmüştür.
Yapı Stokumuz Alarm Veriyor
Depremlere hazırlık çalışmalarının başında yapı stokunun iyileştirilmesi gelmektedir. Oysa
ülkemizde yapı stokunun durumu tam anlamıyla belirsizlik içindedir. Öyle ki Türkiye’de yapı
stokunun sayısı, bunların ne kadarının riskli olduğu bile tam anlamıyla bilinmemektedir.
TBMM`nin İzmir Depremi sonrası kurduğu Araştırma Komisyonun Temmuz 2021 tarihli
raporuna göre Türkiye`de 10 milyon civarında olan yapı stokunun 6-7 milyon civarında olan
kısmı riskli yapı statüsündedir. Yine TBMM'nin Kahramanmaraş Depremleri sonrası kurduğu
Araştırma Komisyonunun 6 Şubat Depremlerine ilişkin hazırladığı Mayıs 2023 tarihli
raporuna göre son 11 yıl içerisinde ülke genelinde 238 bin civarında riskli yapının Kentsel
Dönüşüm uygulanarak yenilenmesi sağlanmıştır. Telaffuz edilen riskli yapı tahminlerinin
yanında, 238 bin oldukça yetersiz kalmıştır.
İstanbul ili geneli için de benzer belirsizlik söz konusudur. İstanbul'da 6 milyon civarında
konutun yaklaşık 600 binin çok riskli olduğu ifade edilmektedir. Bakanlığın açıklamalarına
göre 2012 yılından bu yana İstanbul'da yaklaşık 800 bin bağımsız bölümün dönüşümü
tamamlanmıştır. İstanbul’da acil dönüşmesi gereken 600 bin bağımsız bölüm başta olmak
üzere toplamda 1,5 milyon konutun 5 yıl içerisinde dönüştürüleceği Bakanlığın
açıklamalarında vadedilmektedir. 12 yılda 800 bin konut dönüştürülmüşken 5 yılda 1,5 milyon
konutun nasıl dönüştürüleceği merak konusudur.
Deprem Konutlarında Hedefin Yalnızca Yüzde 12’si Tamamlandı
İktidarın yaptığı açıklamalarda ifade ettiği sayısal verilerin büyük oranda halkı yanıltmaya
yönelik olduğu görülmektedir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 31 Mart 2023’te
yaptığı açıklamada 319 bini 1 yıl içinde olmak üzere toplam 650 bin yeni konutun
depremzedelere teslim edileceğini duyurmuştur. Oysa Temmuz 2024 itibariyle TOKİ’nin
verilerine göre 11 ilde projesi yüzde 90’ın üzerinde tamamlanmış olan konut sayısı yalnızca
38.229’dur. Yani bir yılda tamamlanacağı iddia edilen 319 bin konutun ancak yüzde 12’si
tamamlanma aşamasına gelmiştir.
İl Projesi yüzde 90’ın üzerinde tamamlanan konut sayısı
Adana 2196
Adıyaman 1769
Diyarbakır 3221
Elazığ 2374
Gaziantep 10082
Hatay 3340
Kahramanmaraş 7549
Kilis 756
Malatya 5351
Osmaniye 694
Şanlıurfa 897
*Kaynak: TOKİ
Son 20 yılda 700 bin civarında konut inşa eden TOKİ’nin bu kadar kısa sürede söz verilen bu
hedefe nasıl ulaşabileceği ise tam bir muammadır.
6 Şubat 2023 tarihinde gerçekleşen ve 11 ili etkileyen büyük depremin yarattığı konut üretimi
ihtiyacının yanı sıra, Meclis Raporunda ifade edildiği üzere ülke genelinde 6-7 milyon riskli
yapının dönüştürülmesi gerekmektedir. Mevcut yapı stokunun durumunun iyileştirilmesi için
Büyük Marmara Depreminden bu yana geçen 25 yıl adeta boşuna harcanmıştır.
Yapılarımızın büyük çoğunluğu olası bir büyük depremde yıkılmayı beklemektedir.
Yapı Üretim Süreci Düzenlenmelidir
Afetlerde oluşan yapı hasarlarının önemli bir kısmı yapı üretim sürecindeki hatalardan
kaynaklanmaktadır. Güvenli yapı üretim sürecinin olmazsa olmazı ise şantiye şefliği görevinin
eksiksiz olarak yerine getirilmesidir.
Halkın can ve mal güvenliğini yakından ilgilendiren yapı üretim sürecinin anahtar
pozisyonunda olan şantiye şefinin, taşıdığı sorumluluk ve şantiye alanında yüklendiği görevin
kapsamı dikkate alındığında şantiyeden hiç ayrılmaması gerekirken, mevzuatın izin verdiği
haliyle 4 ayrı işin şantiye şefliğini yapma şansı yoktur. Üstelik ilgili mevzuata göre, yapım
işinin tek ruhsata bağlı veya toplu yapı niteliğinde olması halinde yapı inşaat alanı sınırı
uygulanmamaktadır. Bir deprem coğrafyası olan ülkemizde şantiye şefliği, 1500 m² üstü
bütün işlerde tam zamanlı olarak yapılmalıdır.
Açıkça ifade etmek gerekirse Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı güvenli
yapılaşma ve halk sağlığının korunması amacıyla değil, daha fazla rant ve kâr elde etmek
isteyen müteahhit şirketlerinin arzularına göre hareket etmiş, mühendislik hizmetlerini yasal
prosedürü tamamlamak amacıyla yalnızca bir imzaya indirgemiştir.
Yapı Denetimi Sistemi Değişmelidir
6 Şubat 2023 depremlerinin ardından kamuoyunda en çok tartışılan konulardan biri de yapı
denetimi süreçlerine ilişkin endişeler olmuştur. Nitekim bu endişe hiç de yersiz değildir.
2001 yılında çıkarılan 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanunla denetim hizmetinin
kamusal niteliği yok sayılarak denetim hizmeti ticarileştirilmiştir. Öyle ki 2019 yılına kadar
müteahhitlerin kendi denetim şirketlerini belirlediği bir sistem yürürlükte olmuş ve 18 yıl
boyunca müteahhitler kendi yaptıkları yapıların denetimini kendi seçtikleri ve ücretini
ödedikleri denetçilerle yürütmüştür.
Yapı denetim sisteminde yapılan düzenlemelerle; 1 Ocak 2019 tarihi itibariyle yapı
denetiminde e-dağıtım sistemine geçilerek, hangi yapıda, hangi yapı denetim kuruluşunun
görev alacağının elektronik ortamda bakanlık tarafından belirleneceği bir değişiklik
yapılmıştır. Bu değişiklikle, yapı denetim kuruluşunun müteahhit ile olan ilişkisinin kesilmesi
doğrultusunda kısmen olumlu bir gelişme sağlamıştır. Ne var ki denetimin
bağımsızlaştırılarak yapı kalitesinin artırılmasını amaçlayan düzenleme yeni sorunları da
beraberinde getirmiştir. Özellikle bu düzenlemeden sonra şantiye sahalarında yapı denetimi
görevini icra eden mühendislere yönelik şiddet olayları artmış, sözlü ve fiziki şiddet olayları
tırmanışa geçmiştir.
Meslektaşlarımızın görevlerini doğru ve sağlıklı bir şekilde yerine getirmesinin engellenmesi
ve şantiyelerde şiddete uğramasına karşı önlem alınması gerekmektedir. Meslektaşlarımızın
şantiye sahalarında verdiği hizmet kamusal niteliktedir. Şantiyelerde denetim ve yönetim
görevini yürüten meslektaşlarımız kamu görevlisi niteliğinde sayılmalı, can güvenliklerinin
sağlanması da bizzat kamu gücünün sorumluluğunda olmalıdır.
Yetkin Mühendislik ve Belgelendirme
İnşaat Mühendisliği içinde birçok alt disiplini barındıran, lisans eğitimi sonrasında da meslek
içi eğitim ve uygulama tecrübesi gerektiren bir meslek alanıdır. Oysa bugün 4 yıllık
mühendislik lisans programını tamamlayan bir mühendis neredeyse sınırsız imza yetkisiyle
sektörde faaliyet yürütebilmektedir.
İnşaat mühendisliğinin ilgi alanına giren konularda halkın can ve mal güvenliğinin korunması,
yapı üretim süreçlerinin denetlenebilmesi, ülke kaynakların etkin ve verimli kullanılabilmesi
amacıyla, dünyada çeşitli biçimlerde örnekleri bulunan “Yetkin Mühendislik” sisteminin hayata
geçirilmesi gerekmektedir.
Bunun uygulanmasını sağlayabilecek kurum ise tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de 6235
sayılı kanun ile görevlendirilmiş ve yetkilendirilmiş meslek kuruluşlarıdır. İnşaat mühendisliği
meslek uygulamaları ve inşaat mühendislerinin yetkinlik/yeterlilik belgelendirmesinin İnşaat
Mühendisleri Odasının yetkisi dışında gerçekleşmesi hukuken ve mantıken yanlıştır.
Sonuç olarak;
Marmara Depreminin üzerinden geçen 25 yılda alınmayan tedbirlerin bedelini son olarak
yaşadığımız 6 Şubat Depremlerinde acı bir şekilde ödedik. Aradan geçen bunca zamandan
sonra 6 Şubat Depremlerinin hemen ardından benzer konular tekrar tartışıldı, kentlerimizin
afetlere karşı hazırlıksızlığı tüm çevrelerce açık bir şekilde görüldü. Toplumun beklenen
afetlere karşı endişeleri, yerel ve merkezi yöneticilerden beklentileri özellikle son yerel
seçimlerde açık bir şekilde görüldü. Siyasi partilerin yerel seçim sürecinde yürüttükleri
kampanyalarda afetlere karşı hazırlık önemli bir yer tutarken, bugüne kadar alınmamış
tedbirlerin 6 Şubat Depremlerinde ortaya çıkardığı yıkım, seçim sonuçlarını etkileyen başlıca
konulardan biri oldu. Ancak ne yazık ki bu son felaket de şimdiden gündemden çıkmış
görünmektedir. Oysa önlem almak için kaybedilecek tek bir günümüz bile yoktur.
Depremin 25. yılında hayatını kaybeden yurttaşlarımızı bir kez daha saygıyla anıyor,
Odamızın yapı stokunun tespiti, yapı üretimi, denetimi, kentsel dönüşüm ve mühendislik
hizmetlerinin belgelendirilmesi konuları başta olmak üzere bugüne kadar yaptığı
açıklamalarda, kurumlara ilettiği raporlarda ifade edilen çözüm önerilerinin bir an önce hayata
geçirilmesi ve meslek odalarının bu sürece dahil edilmesi gerektiğini önemle vurguluyoruz.''