Saadet Partisi'nde Fesih Bingöl Güven Tazeledi
Saadet Partisi Eskişehir İl Başkanlığı 8. Olağan İl Kongresi Genel Başkan Mahmut Arıkan'ın katılımıyla gerçekleştirildi.
Mevcut Saadet Partisi Eskişehir İl Başkanı Fesih Bingöl'ün tek aday olarak katıldığı kongre Hasan Polatkan Kültür Merkezi'nde gerçekleştirildi.Kongreye İYİ Parti İl Başkanı Serdar Ulucan, Yeniden Refah Partisi İl Başkanı Faruk Güler, Deva Partisi İl başkanı Resul Ertürk, Sivil Toplum Kuruluşları Temsilcileri ile partililer katılım sağladı.
İl Başkanı Fesih Bingöl kongrede yaptığı açılış konuşmasında şu ifadeleri kullandı;
“8. Olağan Kongremizin hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyoruz. Tabii, yeni bir siyaset anlayışıyla, mimarı olan Genel Başkanımızın uzun konuşma yapabilmesi için ben oldukça kısa bir selamlama konuşması yapmış olacağım.
Bizler, müreffeh, güçlü, öncü, adaletin hâkim olduğu bir Türkiye arzuluyoruz. Ancak dış politikada savrulan bir Türkiye var. Ekonomisi dar boğaza girmiş, tarım ve hayvancılığı bitmiş, bütün birikimleri varlık fonu adı altında ipotek edilmiş bir Türkiye var. Eğitimi yaz-boz tahtasına dönmüş, aile yapısı ve toplumsal bağları zayıflamış bir Türkiye var. Gençlerin gelecekten ümidini kestiği, yarınlara dair umutların tükendiği bir Türkiye var.
Biz herhangi bir siyasi partiden ziyade, yanlış politikaları eleştiriyoruz. Çünkü son yıllarda çok şey kaybettik. Türkiye’nin yeni bir sese, yeni bir söze, yeni bir siyaset anlayışına ihtiyacı var. Bu ihtiyacın adresi Saadet Partisi’dir. Çünkü Saadet Partisi, tertemiz bir mazinin, tertemiz bir kadronun ve tertemiz bir geleceğin adıdır.
Saadet Partisi, yolsuzluğun, rüşvetin, adam kayırmanın olmadığı; yetim hakkının yenmediği; zenginin, zadegânın değil, fakir ve fukaranın hakkının korunduğu şerefli bir mazinin adıdır. Saadet Partisi, işçinin, memurun, emeklinin, asgari ücretlinin yüzünü güldürdüğü müreffeh bir mazinin adıdır. Saadet Partisi kadroları, siyaseti mal ve ihbar için değil; şan ve şöhret için değil; makam ve mevki için değil; Allah rızası için yapan bir kadronun adıdır.
“Önce Ahlak ve Maneviyat” düsturunu şiar edinmiş; medeniyet değerlerimizin ihyasını en önemli önceliği saymış bir anlayıştır. Küresel egemenlerin “Bir damla petrol, bir damla kandan daha değerlidir” anlayışına karşı, Saadet Partisi’nin değerler anlayışında dünyanın bütün zenginlikleri, bütün petrolleri bir masumun bir damla kanına bile bedel değildir.
Biz bu ülkeyi kendi malımız, insanları da köle olarak göremeyiz. Bizim davamız vicdan, merhamet, ahlak ve adalet içindir. Kucaklaşmak varken kutuplaşmak niye?
Yaşanabilir bir Türkiye, yeniden büyük bir Türkiye ve yeni bir dünya kurmak hedefimizdir. Dün olduğu gibi, bugün de bu hedef uğrunda çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bugüne kadar birlikte özveriyle çalıştığımız mensuplarımızı can-ı gönülden tebrik ediyorum. Allah yar ve yardımcımız olsun diyerek hepinizi tekrar selamlıyorum.” dedi.
Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan yaptığı konuşmada şu ifadelere yer verdi; ''İrfanla bereketlenen toprakların, Demiryollarıyla sadece şehirleri değil gönülleri de birbirine bağlayan, Milli Mücadele’nin simge şehirlerinden, güzel Eskişehir’in aziz insanları,
Değerli yol arkadaşlarım, kıymetli Eskişehirliler, Sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle ve hürmetle selamlıyorum.
Bugün burada,Yunus Emre’nin diyarında, Nasreddin Hocanın memleketinde, bu irfan yurdunda; yeniden Dirilişin, yeniden Şahlanışın, yeniden Büyük Türkiye idealinin bir adımını daha atacağız.Burada, yalnızca il kongremiz için değil; aziz milletimizin birlik ve dirliğini Eskişehir’imizin geleceğini, yeniden inşa etmek için bir aradayız! Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Merhum Erbakan Hocamızdan, emanet aldığımız bu bayrağı; yere düşürmeden, eğmeden, bükmeden, kirletmeden daha da yükseğe taşıyacağız!
Değerli Dava Kardeşlerim, Anadolu’yu karış karış dolaşıyoruz. Nerede bacası tüten bir fabrika görürseniz, nerede bu millete hizmet için çakılmış bir çivi görürseniz; Kim yaptı, kim kurdu diye sorun Altında mutlaka Milli Görüş’ün imzası, Milli Görüşçülerin alın teri ve emeğini görürsünüz.
Milli Görüş’ün hizmet anlayışı siyaset üstüdür. Milli Görüş, tüm engellemelere rağmen hizmeti şehir şehir, köy köy, fabrika fabrika inşa etmiş ve bu hedefinden hiçbir zaman şaşmamıştır.
Bugün iktidarın övündüğü bizlerinde desteklediği yerli otomobil, yerli savunma sanayi, yerli üretim tamamen milli görüş vizyonudur. tabi süte su karıştırılınca 25 senede ancak bu kadar olabiliyor.
Şimdi Eskişehir’deyiz! Vefasıyla, coşkusuyla Türkiye’ye örnek olmuş Eskişehirspor'un şehri Eskişehir’deyiz. -bu arada- Ziyaretlerimiz esnasında gördüm, dükkanlar, meydanlar bayraklarla donatılmış. Ben de futbol oynadığım için, futbolu sevdiğim için o heyecanı bilirim. Eskişehirspor’umuza yarın yapacağı maçta başarılar diliyorum. Ben şimdiden galibiyetin ve hemen ardından şampiyonluğun geleceğine inanıyorum. Şimdiden şampiyonluğunuzu kutluyorum.
Eskişehir aynı zamanda Devrim otomobilinin üretildiği şehirdir. Peki, bunun mücadelesini veren, bunu hayata geçiren kim? Milli Görüş!
Türkiye’nin ilk yerli ve milli motorunu üreten kim? Milli Görüş!
Türk Motor Sanayi TÜMOSAN’ı, Türkiye Elektro Mekanik Sanayi TEMSAN’ı biz kurduk. Türkiye Uçak Sanayi TUSAŞ’ı biz kurduk.
Sadece bunlar mı? Sadece fabrikalar mı? 1974 yılında Kıbrıs Barış Zaferi kazanıldı. Kıbrıs’ta akan kan durduruldu. Türkiye’deki bütün yabancı üsler kapatıldı!
Peki kim vardı iktidarda? Milli Görüş vardı. Biz vardık!
Şimdi Kıbrıs’ımız yine gündemde. Peki neyle: Kumar ve fuhuş çeteleriyle. Sanal bahis baronlarıyla. Kayıp kasetlerle.Kıbrıs için kurulan pazarlık masalarıyla!
Şimdi suçlarını örtmek için süslü kelimelerle milleti kandırmaya çalışıyorlar. Ne diyorlar? Büyük Türkiye’yi kuracaklarmış. Kızılelma’ya ulaşacaklarmış.
Ekranda Kudüs’ü fethediyorlar, gerçekte Gazze’yi gözden çıkarıyorlar. Beyler, Büyük Türkiye öyle slogan atarak kurulmaz.
Yeni Türkiye’yi; Anadolu’yu fabrikalarla donatanlar kurabilir. Yetim hakkına sahip çıkanlar kurabilir. Dürüst, şeffaf, şaibesiz kadrolar kurabilir.
Büyük Türkiye’yi, AB hayali için Kıbrıs’ı pazarlık konusu yapanlar değil. Trump ne der, Amerika ne der diyerek süklüm büklüm olanlar değil. ‘Bana ne Amerika’dan, bana ne Amerika’dan’ diyenler kurabilir.
Değerli Arkadaşlar, Üç gün önce İstanbul’da yüreğimizi ağzımıza getiren bir deprem yaşadık.
Ben öncelikle, depremden etkilenen tüm vatandaşlarımıza bir kez daha geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Rabbim; bizleri, memleketimizi bütün afetlerden muhafaza buyursun.
Bu son iki deprem bize acı gerçeği bir kez daha hatırlattı: “Türkiye bir deprem ülkesidir.” Çok şükür... Son yaşadığımız depremlerde can kaybı yaşanmadı. Herhangi bir bina çökmedi, ama GSM operatörleri bir kez daha çöktü! Asya ile Avrupa’nın bağlantı noktasında, bağlantı koptu! Biz bu filmi defalarca izledik. Her afette aynı manzara: GSM operatörleri çöküyor, iletişim kesiliyor, vatandaş anasına, babasına, eşine, evladına ulaşamıyor. Depremin ertesi günü, Ulaştırma Bakanı’nın açıklaması en az deprem kadar can sıkıcıydı. Sayın Bakan çıktı, bir açıklama yaptı, dedi ki “bu bize tecrübe” oldu.
Sayın Bakan sorarım size: “Yeterli tecrübeye” sahip olmanız için daha kaç deprem yaşanması gerekiyor? Daha kaç 6 Şubat’ı yaşamamız gerekiyor? Daha kaç insanımızı enkaz altında bırakmamız gerekiyor?öBakınız size çarpıcı bir istatistik vereceğim: Türkiye, geniş bantta 41 OECD ülkesi arasında 40. Sırada. 100 kişiye düşen bağlantı sayısı sadece 11,53. Bu konuda Meksika ve Kolombiya ile aynı seviyedeyiz. Yani bugün Türkiye, dünyanın en yavaş internetini en pahalı kullanan ülkelerden biri.
Sadece afet anında değil, günlük hayatımızda da bu GSM operatörlerinin kurnazlıkları ile karşı karşıya kalıyoruz. Bakınız basit bir hesap yapalım. Bugün ortalama telefon faturaları minimum 400-500 TL civarında. Asgari ücretli bir ailede, 4 telefon olsa, toplam 2.000 TL ediyor. Bu asgari ücretin %11’i demek arkadaşlar! Ben neye üzülüyorum biliyor musunuz? Dünya bedava interneti tartışırken, biz -kelimenin tam anlamıyla- “rezaleti” yaşıyoruz. Kimse kusura bakmasın bu hizmet değil, “sömürü”dür.
Değerli arkadaşlar, Bu bir teknoloji meselesi değildir. afet yönetimi meselesidir. milli güvenlik meselesidir,
Ben buradan İktidarı, soğan ve patates stokçularına gösterdiği, civciv çetelerine gösterdiği kararlılığı GSM operatörlerine de göstermeye davet ediyorum! Kâr hırsıyla, milleti sömüren bu düzeni sorgulamaya davet ediyorum! Denetimden muaf tutulanların hesap vermesini sağlamaya davet ediyorum!
Bu yaşananların tek bir açıklaması var: AK Parti hükümeti, tüm enerjisini seçimlere, olası adaylara harcadığı için, depreme sıra gelmiyor! Siyaset horoz dövüşüyle meşgulken, şehirlerimiz sessiz sessiz felakete doğru ilerliyor. Ben de soruyorum; Adadakilerin tahliyesini planlayanlar! Olası İstanbul depreminde tahliye planlarınız HAZIR MI? İstanbul depreminin milli güvenlik sorunu olduğunu söyleyenler! Acil eylem planlarınız HAZIR MI? Şimdiden Cumhurbaşkanlığı planları yapanlar Güçlendirme, dönüşüm, arama kurtarma planlarınız HAZIR MI? Her fırsatta Yenikapı’yı, Saraçhane'yi toplanma alanı olarak belirleyenler! İllerde, İlçelerde acil durum toplanma alanlarınız depreme HAZIR MI?, Sık sık çadır devleti olmadığımızı dile getirenler! Felaketler için çadır ve konteyner stoklarınız HAZIR MI? İstanbul’daki son depremde hiçbir hazırlığınızın olmadığını üzülerek gördük!
Değerli dava kardeşlerim;Malumunuz, bendeniz inşaat mühendisiyim. İnanın şehirlerimizi depreme dayanıklı hale getirmek, sanıldığı kadar zor değil. Tek gereken şey: Samimiyet, Cesaret ve milletin canını siyaset üstü gören bir irade! Türkiye depreme değil; -her konuda olduğu gibi- iktidarın ihmaline yeniliyor! 25 yıllık iktidar, her yıla bir mazeret üretiyor. Gelecek yılların mazeretleri şimdiden hazır. Büyük bir ihtimalle topu belediyelere atıp işin işinden sıyrılacak.
Değerli kardeşlerim, Bu aslında milleti suçlamaktır. Bizim adaylarımıza oy vermediğiniz için cezanızı çekin demektir. Derenin taşıyla derenin kuşunu vurmaktır.
Değerli arkadaşlar, Kıymetli büyüğümüz, eski Genel Başkanımız Sayın Recai Kutan, konuşmalarına başlarken hep şöyle derdi: “Bugün içinde bulunduğumuz dünya ve özellikle de İslam âlemi, tarihinin en kritik ve badireli dönemlerinden birini yaşamaktadır.” Ne kadar da doğru bir tespit. Ben de bu sözü sık sık tekrarlıyorum. Geçen hafta ilginç bir şey oldu... Sayın Cumhurbaşkanı da bu gerçeğe nihayet ortak oldu. Ne dedi biliyor musunuz? “Mevcut krizler çözülemediği gibi, her gün yeni bir gerilime uyanıyoruz.” Dahasını söyleyeyim her yeni gün bir öncekini aratıyor. Ekonomi alarm veriyor. Altın ve döviz kurları alarm veriyor. Sokaklar alarm veriyor. Gençler alarm veriyor. İşsizlik alarm veriyor. Sağlık sistemi alarm veriyor. Cinayetler alarm veriyor. Eğitim sistemi alarm veriyor. Dışarıda İsrail tehdidi büyürken, içeride ekonomik kriz vatandaşın omuzlarına daha fazla yük bindiriyor. Bir yandan ‘terörsüz Türkiye’ hayali kurulurken; diğer yandan adım adım Kıbrıs elden gidiyor. Bana soracak olursanız, bu krizlerin en tehlikelisi, İçerde ya da dışarda; Kapalı kapılar ardında, masa başlarında, yürütülen sessiz sedasız pazarlıklardır.
Biliyorsunuz iktidar ve ortakları yeni bir çözüm süreci başlattı. Biz de ilk günden itibaren dedik ki: “Terörün kökünü kurutmak için biz elimizi değil gövdemizi taşın altına koyarız. Ama,şeffaf olacaksınız, samimi olacaksınız, kapalı kapılar ardında iş çevirmeyeceksiniz en önemlisi de şehitlerimizin ruhunu incitmeyeceksiniz.”
Ne oldu? Maalesef “yapılmasın” dediğimiz ne varsa hepsi yapıldı. Önceki hafta heyet Sayın Cumhurbaşkanı ile görüştü, “adımlar atıyoruz” dediler. Ardından Pervin Buldan İtalya’dan müjde verdi. Haziran da Öcalan serbest dedi. İki gün önce de DEM Parti Grup Başkanvekili: “Adalet bakanı ile görüştük, tüm dediklerimizi not etti” diye açıklama yaptı! Bu çözümün içinde her şey var bir tek Millet yok! Öyle görünüyor ki bu arkadaşlar milletin sorununu, milletin meclisinden kaçırarak çözme peşindeler. Bakınız kıymetli hemşehrilerim; Meclisten Sayın Bahçeli, İmralı’dan Öcalan “Silah bırakın” çağrısı yaptı. Aradan 6-7 ay geçmiş olmasına rağmen hala bir pazarlık söz konusu. Şimdi başka tarihler veriliyor. Vaatler nedir, silahları bırakanlar ne olacak, bu konunun Suriye ile ilgisi nedir? Bunlara dair hiçbir cevap yok! Daha önce söyledim yine tekrarlayacağım: Türkiye’nin meseleleri, Roma’da, Oslo’da, Londra’da, Washington’da değil; Ankara’da çözülür. Çözümün adresi lordlar kamarası değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Gazi Meclis’tir.
Biliyorsunuz, geçtiğimiz günlerde Milletin meclisine, milletin karşı çıktığı bir düzenlemeyi de getirdiler: İklim Kanunu. Allah razı olsun milletvekillerimizle canhıraş bir şekilde çalıştık ve iktidarı geri adım atmak zorunda bıraktık. Biz; 48 milletvekili ile hükümet kurmuş, 24 milletvekili ile bakan düşürmüş bir hareketiz. Cumhuriyet tarihinin ilk ve son denk bütçesini yapmış bir hareketiz. Şimdi de 9 vekille, iktidara iklim kanununu geri çektirdik. Bir düşünün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 9 değil 139 milletvekilimiz olsa neler neler olurdu? Ben söyleyeyim: İktidar hiçbir sorunu hasıraltı edemezdi! Emeklimiz çay simit parasına mahkûm olmazdı! Asgari ücretlimiz maaşından fazla kira ödemek zorunda kalmazdı! Tabanını konsolide etmek için insanların canını yakamazdı! Oynayacağım derken dokuz çadır birden yıkamazdı! Televizyonlardan cerahat akmazdı! Sokaklar can pazarına dönmezdi!
Değerli dava kardeşlerim, Anadolu’yu adım adım geziyoruz. Milletvekillerimizle, Başkanlık Divanımızla şehir şehir, mahalle mahalle milletimizin yanında olmaya gayret ediyoruz. Her gün ya Meclis'te ya genel merkezimizde bir misafir ağırlıyoruz. Her gün yeni bir feryad duyuyoruz. Bugün size iki tane mektup getirdim. Bu mektuplar sadece iki kişiye ait değil. Bu iki mektup, milyonların suskun çığlığıdır. İlki atanamayan genç bir öğretmen kardeşimin mektubu: Şöyle diyor kardeşimiz:
“Ben Zümrüt Kaya. Bir inşaat işçisinin kızı, bir hayalin peşinden yürüyen bir evladıyım. 2023 KPSS’ye girdim, alanımda Türkiye 608.si oldum. Ama siz sadece 10 dakikada tüm emeğimi yok saydınız. Beni, 608. Sıradan 1057. Sıraya düşürdünüz. Hayalimi çaldınız, emeğimi elediniz. Siz 10 dakikada karar verdiniz. Ama ben o hayal için yıllarımı verdim.”
Zümrüt kızımız sınavı kazanmış,Fakat bu ülkenin yöneticileri sınavı kaybetmiştir! Sizce böyle bir sistem başarılı olabilir mi? Emeği eleyen, liyakati ezen, kul hakkını hiçe sayan bir düzen bu millete ne verebilir?
İkincisi; bir polis memurumuzun yavrusuna ve eşine yazdığı bir veda mektubu. “Hepinizden özür diliyorum” diyor. “Umarım bensiz daha güzel daha doğru bir hayat sizin olur”.
Bu satırları okumak kolay değil. Fakat işte bu satırlar, gerçeğin ta kendisi! Bir ülkede öğretmen atanamıyor, polis çaresizlikten hayata veda ediyorsa, o ülkede sadece ekonomi değil; ahlak, vicdan ve umut da çökmüştür.
Değerli arkadaşlar, Zümrüt öğretmenin mektubu; kaybedilen bir hakkı, Polis memurumuzun mektubu; kaybedilen bir hayatı anlatıyordu.
Şimdi size başka bir kayıptan söz edeceğim: Bir neslin umutlarının kaybından… Bugün gençlerimiz, alın teriyle bir yere gelemeyeceğini düşünüyor. Çünkü onlar da görüyor: Emek değil; torpil, liyakat değil; imtiyaz işliyor. Bu çaresizlik, onları yeni adreslere; Bahis sitelerine, sanal kumarhanelere, tek tuşla umut satılan uygulamalara sürükledi.
Hatırlayacaksınız, 1997’de Milli Görüş iktidarı kumarhaneleri kapatmıştı. Çünkü hem aileye, hem topluma hem de gençlere zarar veriyordu. Hatta makinalara “tek kollu canavar” benzetmesi yapılıyordu. Şimdi öyle bir noktaya geldik ki, maalesef o canavar tüm Türkiye’yi sarmış durumda. Her insanımızın, her gencimizin cebine bu kumarhaneler rahatça girebiliyor! Ve bunu engelleyecek tek bir adım atılmıyor! Bir nesil “emekle” değil, “şansla” kazanmanın hayaline hapsedildi Bu da sadece ekonomik bir sorun değil; ahlaki bir çöküştür. İçişleri Bakanlığı raporları açık İntihar eden gençler, borçlu gençler, bahis batağına düşen gençler.
Değerli kardeşlerim, Biz Milli Görüşçüyüz. Emeksiz kazanca rıza göstermeyiz. Biz Saadet Partisiyiz. Şansla değil; alın teriyle, ahlakla, liyakatle bir gelecek kurarız. İktidara da buradan sesleniyoruz: Bu mektuplardaki haykırışlara kulak verin, Kumarla-Bahisle, İhaleyle-Rüşvetle-Yolsuzlukla zenginleşmeyi değil alın teriyle çalışmayı, helal kazancı yüceltin.
Değerli arkadaşlar, Bu ülkede yıllardır bitmeyen bir yangın var: enflasyon! Enflasyon bitmedikçe, umut bitiyor. Ekonomi çöküyor, üretim duruyor, istihdam eriyor. Anadolu’nun dört bir yanını geziyoruz. Her girdiğimiz dükkânda aynı tablo: Esnaf ayakta kalma mücadelesi veriyor. Kimi kepenk kapatmış, kimi zararla çalışıyor. Bir umut, belki toparlarım diyerek direniyor. Ama çark dönmüyor! Yüksek faizin olduğu yerde enflasyon kaçınılmazdır. Enflasyonun olduğu yerde de bereket olmaz, huzur olmaz, refah olmaz! Bu düzenin tek kazananı var: faizden beslenen azınlık. Kaybeden kim? 86 milyon insan! "Faizi düşüreceğiz" demişlerdi. Sonuç? 250 puan indireceklerdi, indirmek bir yana, hukuksuz kararlarından dolayı 350 puan daha artırmak zorunda kaldılar. Yani net 600 puan faiz artırdılar. Peki bu döviz kurunu tuttu mu? Hayır! Üstüne ne yaptılar biliyor musunuz? 52 milyar doları yaktılar! Sırf döviz kuru sabit dursun diye… 52 Milyar dolar ne demek biliyor musunuz? 32 tane Osmangazi Köprüsü, 18 tane Çanakkale Köprüsü, 37 tane Avrasya Tüneli demek. Türkiye’de evsiz tek bir aile bırakmayacak, 761.000 konut demek! 2025’te çiftçiye ayrılan desteğin tam 13 katı demek.
Bakınız çarpıcı bir örnek daha vermek istiyorum. 99 depreminden sonra, bir vergi getirildi. Deprem vergisi. Geçiciydi kalıcı oldu. Her ne kadar depremde işe yaramasa da, hala ödemeye devam ediyoruz. 26 yılda toplanan deprem vergisi ne kadar biliyor musunuz? Tam 40 Milyar dolar! Peki, döviz kurunu desteklemek için şu bir haftada yakılan para ne kadar: 48 milyar dolar! Yani milletin 26 yıldır emeğinden, alın terinden alınanı bir gecede faiz lobisine aktardılar! Yani yıllarca emekliden, işçiden, memurdan alınan her kuruş bir gecede buhar oldu. Sadece ekonomi değil, adalet duygusu da yerle bir oldu! Peki ne yapıyor ekonomi yönetimi? Ekonomi Bakanı Sayın Mehmet Şimşek, valizini almış ülke ülke geziyor. Sürekli yatırımcı arıyor. Ama yatırımcı yok! Niye yok? Çünkü yatırımcıyı kaçıran şey vergi değil, hukuksuzluk! Çünkü yatırımcı, çete düzeniyle yönetilen bir ülkeye yatırım yapmaz! Bakın, bu ülkede mafya çocuk mezarlarını kazıyor, aileyi tehdit ediyor, devlete meydan okuyor. Ama devlet, gidip civciv satan esnafın peşine düşüyor! Böyle bir yerde yatırımcı kimi muhatap alacak? Kime güvenecek? Size desem ki “şu mahallede çete var, mafya var” Oraya dükkan açar mısınız? İşte yatırımcı da açmıyor! Bu aynı mesele! Sayın Bakan kapı kapı geziyor ama yatırım gelmiyor. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti artık bir devlet gibi değil, bağışla ayakta durmaya çalışan bir dernek gibi yönetiliyor! Halbuki çok net: Eğer siz hukuku yeniden ayağa kaldırırsanız, Eğer emniyeti sağlarsanız, Sokaklarda adalet ve huzuru kurarsanız… Bakın o zaman yatırımcı nasıl geliyor göreceksiniz. Ve şunu unutmayalım: Bunlar seçimde “dış mihrak” dediklerine şimdi “yatırımcı dostum” diyorlar! Bizim dostumuz kim? Bizim dostumuz, Emeklidir! Asgarî ücretlidir! Umutsuzluğa terk edilen gençlerdir! Buradan iktidara çağrımızı yineliyoruz! Artık faiz lobilerini, 5’li çeteleri beslemeyi bırakın. Bakın, Ocak ayında asgari ücret 625 dolardı, Bugün 581 dolara düştü. Emekli aylığı 408 dolardı, bugün 380 dolar! Bu rakamlar bir istatistik değil. Milletimizin hayatında yaşadığı acı gerçekler…Buradan şu çağrıyı yapmayı, milletimize görev biliyorum: Asgari ücret acilen güncellenmeli! Emekli maaşları insan onuruna yakışır hale getirilmeli!
Değerli Kardeşlerim, Konuşmamın burasında Gazze’ye dönmek istiyorum. Bugün Gazze’yi haritadan değil, kalplerden silmeye çalışıyorlar. Birileri çıkmış diyor ki: “Gazzeliler hicret etsin, biz de Ensar olalım…” Sözde merhamet, aslında sinsice bir sürgün çağrısıdır bu! Siyonistlerin Gazze’ye sahip olacağı bir hicrette bunu diyenler Gazzelilere değil, Siyonistlere Ensarlık yapmış olurlar! Milli Mücadele döneminde bir devlet bize gelip; “Yunanla savaşmayın, bizim topraklara hicret edin, vakti gelince dönersiniz” deseydi ecdadımız ne derdi? Çanakkale’de en ön cepheden, az sonra vatan ve din aşkına şehit düşecek Mehmetçik’e geri dön bu topraklardan çıkacağız denseydi ne derdi? Ben size söyleyeyim! O sözün sahiplerini susturur, o sözü de toprağa gömerdi! O yüzden biz de diyoruz ki: Hiç kimse, bedelini ödemediği bir davanın kahramanlığına soyunmasın! Gazze sahipsiz değildir. Gazze, Gazzelilerindir. Filistin, nehirden denize özgürdür. Ve Gazzeliler, bu özgürlüğün ebedî bekçisidir! Biz yaşanan soykırıma karşı “adım atın” diyoruz birileri başka planları öne sürüyor. Filistin’i seviyor musunuz? Gazze’ye sahip çıkmak istiyor musunuz? Soykırım dursun istiyor musunuz? Cevabınız evet ise tek seçenek var: O da “Askeri” güçtür. Gazze’ye gönderilecek bir barış gücüdür. İyi de bunu nasıl yapalım diyorlar? İşte buyurun El Halil Tezkeresi; Hep söylüyoruz yine söyleyeceğiz: Sene 1997. Millî Görüş iktidarda. Erbakan Hoca iktidarda. Bu belge, Filistin’in El-Halil bölgesine asker gönderilmesi için çıkarılan tezkere. Bakın ne kadar kolay! Ama kime kolay biliyor musunuz? Filistin söz konusu olunca dolar hesabı yapanlar değil; mazlumlara nasıl ulaşırım diyenler için kolay. Meydanda gürleyip, salonda susanlar için değil; er meydanında Gazze bizim kırmızı çizgimiz, o çizgiyi geçen bedelini öder diyenler için kolay.'' dedi.
Saadet Partisi Eskişehir İl Başkanı Fesih Bingöl Başkanlığında oluşan yeni Yönetim Kurulu şu isimlerden oluştu; Celalettin TEZCAN, Ferruh YILMAZ, Hasan TAŞKIRAN, Idris KAÇAR, Idris DURU, İlhan GENÇYILMAZ, Kadir ATEŞ, Mehmet Ali AYDIN, Mesut AKKAŞ, Muhammet GÜNEY, Mücahit SAĞDİLEK, Nazif AYAZ, Ragıp SAĞDIÇ, Ramazan DEMİR, Salih AKKOÇ, Şevket ÜNAL, Timur TÜRKMEN, Ufuk ÇAĞLAR, Yılmaz KUZ